1999 depremlerinde henüz 6 yaşındaydım. Belki biraz hisli olduğumdan, belki de çocukluğun verdiği berrak zihinle, çevremdeki herkes, depremin sarsıcı travmasını yaşarken olanı biteni gözlemleme fırsatı bulmuştum.
Acı hatıralarım var o günlere dair… Hayatımın geri kalanında ideolojik ve sosyolojik eğilimlerime yön verecek acı hatıralar…
Siyaset ve politikayla kirlenmemiş zihnime ilk kurşun, dönemin başbakanının yakın çalışma arkadaşlarından, ifadeyi tam hatırlamamakla beraber aşağı yukarı, “Başbakanı uyandırmaya kıyamadık, sabah haber verdik” meyanında yapılan açıklama oldu.
Depremden saatler sonra dönemin Cumhurbaşkanı bölgeye gelerek; “henüz net bir şey bilmiyoruz ama görünen o ki facia büyük…” açıklamasının, “bize ne oldu?” sorgulamaları altında ezilen dimağıma ikinci kurşun olduğunu anlamayacak kadar başka türlüsünü bilmediğimiz bir Türkiye’den bahsediyorum.
Bu örnekleri sayfalarca çoğaltmak hiç de zor değil benim için ama bu kadarı, başka türlü bir Türkiye olabileceğini bize öğreten Cumhurbaşkanı Erdoğan ikliminde vicdan sahibi her kalbe yeterli olur diye düşünüyorum.
Uluslararası nakdi yardımların, dönemin hükümeti tarafından memur maaşlarına kullanılması, Ankara’dan gelen yardımların ilçesi olduğumuz Bolu’dan bu tarafa geçememesi, Erdoğan’ın kanatları altında Mehmet Keleş’in Belediye Başkanı olduğu 2004 yılına kadar Düzce’nin ana caddelerinden enkazların kaldırılmaması…
Hepsinden daha vahimi, bunların normal olmadığını düşünemeyecek kadar başka türlüsünün mümkün olabileceğine dair ufuksuz oluşumuzdur bana göre…
“Başka bir Türkiye mümkün! Daha adil bir Dünya mümkün!” sloganlarıyla yeni kurulmuş çiçeği burnunda AK Parti’nin Düzce mitinginde, kendisini 2. Kez canlı olarak görmeyi deneyimlediğim Recep Tayyip Erdoğan’ın ağzından duymuştum bu sözleri.
Ne diyeceğini gerçekten merak ettiğim için gitmiştim, ezilmişlerin, garibanların, 2.sınıf vatandaş muamelesi bile görmeyenlerin umutlu ve mahzun bakışlarıyla pür dikkat dinlemek üzere doldurdukları, bugün valilik binasının bulunduğu miting alanına…
8-10 yaşlarında politika ve siyasetle işi olmayan bir çocuğun, Ecevit’lerin, Demirel’lerin efsaneler estirdiği meydanlarda adı onlara nispeten daha az duyulmuş Recep Tayyip Erdoğan’a dair merak edeceği ne olabilir?
Ama var! Çocuk deyip geçmeyeceksin! Yukarıda bahsettiğim 99 depreminin hayatımın kritik dinamiklerine bazı tezahürlerinden bahsetmiştim…
O günlerde, bana göre onlar içinde en çarpıcı olanı ve belki de kurşun da olsa doğru tedaviyle iyileşemeyecek yaranın olmayacağına beni bütün kalbimle inandıran en berrak hatıramı Recep Tayyip Erdoğan’la yaşadım!
Bize gelen yardımların memurlara maaş olarak ödendiği, hükümetin uykusunu bölemediği, Cumhurbaşkanı’nın her şeyden habersiz olduğu ve bizim bunlardan dolayı devleti suçlamamız gerektiğine dair fikirsiz olduğumuz o günlerde, bir kamyonetin kasasında yüz hatları hala gözlerimin önünde olan güleç yüzlü bir amca bize, “Recep Tayyip Erdoğan’ın size çok selamı var. Acınızı bütün kalbiyle paylaşıyor. Şimdilik elinden bu kadarı geliyor ama asla desteğini kesmeyecek size söz!” diyerek ekmek, çorap, ihtiyaç malzemesi uzatıyordu.
Aslını birkaç yıl sonra kendisinden duyacağım “başka bir Türkiye mümkün!” cümlesinin hayali zihnimin derinliklerinde o an inanç kıvamına doğru yoğrulmaya başlamıştı…
Birkaç gün sonra eşiyle birlikte Düzce’ye ziyaret gerçekleştiren Erdoğan, gazetecilerin; “devlet sizce yetersiz kaldı mı?” sorusuna “bugün eleştirilecek zaman değil, yaralarımızı sarma zamanı” diyecekti.
O dönem, yardım parasıyla memur maaşı ödeyenlerin bakiyesi, bugün 11 ili yıkan Maraş merkezli depremler için devleti suçluyor.
İHA’lar yapıldı, SİHA ’lar yapıldı, şehir hastaneleri, yollar, köprüler, otobanlar, savunma sanayii… Bedeller ödendi mi? Evet! Ekonomik zorluklar yaşandı mı? Evet! Teröristlere kendi askerlerinin operasyonlarının haberini uçuran Türkiye’den, Adriyatik’ten Çin seddine kadar varlığını hissettiren Türkiye’ye geldi konu…
Madem Türkiye batık, ekonomik anlamda iflasta, her şey çok çok kötü, neden bir enkazı devralmak için birbirine benzemeyen bu kadar güruh bir araya gelip ölüm döşeğindeki babanın hayırsız evlatları gibi güç paylaşımına girip, çoğu zaman da birbiriyle kavgaya tutuşuyor?
Madem Türkiye’yi bu kadar çok seviyorsunuz, neden en güçlü gelebileceğiniz zamanda Ekmeleddin İhsanoğlu gibi silik bir karakterle Erdoğan’a altın tepside sundunuz iktidarı?
Şu sebepten; Erdoğan geldiği günden bu yana “hedef 2023” diyordu. 2023 yılında Türkiye’yi dünya sıralamasında ilk 5’e sokacak bütün yatırımlar gelişimler 2023’e kadar bir sürü ekonomik zorluklar içinde tamamlanacak, 2023’ten sonra, hastaneye, okula, yola, köprüye, savunmaya yatırım yapma ihtiyacı duymayacağı için zenginleşmeye başlayacak Türkiye’nin geleceğini onlar da biliyor da ondan!
Erdoğan’ın yapabileceklerini, kendilerinin yapamayacağının farkında olduklarından ve artık yapılacak hiçbir şey kalmadığından, bütün güçleriyle devleti suçlaya suçlaya, aşağılaya aşağılaya, birbirlerini yiye yiye iktidar hayali kuruyorlar…
Anadolu’da meşhur bir soru kalıbı var;
“Yer mi ulan Anadolu Çocuğu?”
Yemez!
Çünkü: “Bu Türkiye başka Türkiye!”