Halli en basit şekilde mümkün olabilecek sıradan meseleleri bile “din, iman, vatan” seviyesinde tartışmaya açan çoğunluğa rağmen; sayıları yok denebilecek kadar az olan entellektüel camianın uzun süredir tartışmasına girdiği ve bir türlü içinden çıkamadığı iki mesele var; “liyakat mi? Sadakat mi?”
Sağ sol meselelerinin, kardeşi kardeşe kırdıran karanlık zirvelerine ulaştığı dönemlerde fenomenleşen bir diyalog vardı;
Biri diğerine : “siz devlet düşmanısınız” diyordu.
Diğeri öbürüne: “bizim devletle problemimiz yok. Sizinle problemimiz var ve siz kendinizi devlet zannediyorsunuz” diyordu.
O dönemlerde de sayıları yok denebilecek kadar az olan entellektüel camianın gündeminde yine iki konu vardı;
“Liyakat mi? Sadakat mi?”
Tartışmaların muhteviyatı değişse de tarihin tekerrürden ibaret olduğunu bilenler için tarihin hangi noktasından bakılırsa bakılsın açılar değişir görülen şey değişmez.
Bu kısır tartışmalar, her ne kadar gerçek olsa da hakikati yansıtmaz.
Kelimelerin zihin dünyasını inşa eden canlı organizamalar olduğunu bilenlerdenim…
Üstada sormuşlar; ‘hakikat yerine gerçek kelimesini kullansak ne kaybederiz?’
Cevap muhteşem; ‘hakikati kaybederiz evladım…’
Geçelim…
Her dönem ve şartta, tartışmaya açılan gerçekler, hakikati perdelemek için kurulan tezgahlar olabilir mi? Bunu bir düşünelim!
‘Liyakat’ ne demektir? ‘Sadakat’ ne demektir? Bunu bir araştıralım!
Entellektüel zihinlerin, meseleleri ele almak için belirledirkleri düzey ile onlara dayatılan düzeyin arasındaki uçurum bize ne söylüyor, ne söylemeli?
Yapıldığı iddia edilen gerçekler, hangi hakikatleri sümenaltı ediyor.
Hangi kırık gönlün bedelini, hangi liyakatsizlere el pençe divan durarak ödemek durumunda kaldığımız hakikatinden bahsediyorum…
Sayıları yok denecek kadar az olan hakikatli entelijansiya takımının, hangi gerçeklerle yüz yıl öncesinden bize seslenişine sağır kalıyorsak, tam o noktadan kulaklarımızın pasını silecek bir diriliş nidasıyla kendimize geleceğimiz günlerin inancıyla bekliyoruz.