Yaslı bir gündeyiz. Bolu Kartalkaya'da 76 canımızın yangında öldüğü bir gün. Türkiye yasta, milli yasımız var. Allah ölenlere rahmet, kalanlara da şafi ismiyle şifa eylesin. O insanlar oraya, çoluk - çocuk sömestr tatilinde veya başka bir sebeple daha mutlu bir yaşam, keyifli bir yaşam, bir tatil için gitti. Ama gecenin 3 buçuğunda çıkacak olan bir yangınla hayatlarının biteceğini, bazı ailelerin komple biteceğini hiç kimse görmedi. İşin en acı yanı ne biliyor musunuz? Orada yüzlerce insan ölmüş, yaralı kalmış, fakat gün ışıdığı andan bir gün sonra, o alanda kayak kaymaya devam eden insanlar vardı. Biz ne hale geldik? Bizi bu hallere kim getirdi?
Eskiden komşuda bir cenaze olduğunda, evde televizyon açılmazdı. Eskiden komşu da bir cenaze olduğunda, düğün varsa iptal edilirdi. Nereden nereye geldik? Nasıl geldik, toplum nereye geldi? Vicdani, insani ve islami değerleri nasıl yitirdik? Şartlar ne olursa olsun, bir yerde hüzün, yas, dert varsa, o paylaştıkça azalacak. Bizim inanç faktörlerimizde var. ‘Ölümü, acıyı, dağlara taşlara verdik, çekemedi de insan çekti.’ diye bir anlamla ifade edilir, manevi ilmimizde.
Şu ihmal var, bu var. İhmaller varsa, devlet gereğini yapsın. Candan ne siyaset yapılır, ne siyaset konuşulur. Ancak en hassas nokta şu; biz bu hale nasıl geldik toplum olarak? Burada bir gerçek var, hoca efendiler sohbet ederlerken cenazelerde şöyle bir misal verirler; İnsanlar doğduklarında ağlarlar, etrafındakiler ona güler, sevinir. Öldüklerinde ne haldedirler bilmezler, ama onu sevdikleri için ağlarlar. Yine hadis-i şerifte ‘En büyük imtihan ölüm.’ der. Biz idarecilik yapıyoruz, siyaset yapıyoruz, kararlar veriyoruz. Verdiğimiz kararlar, insanların hayatlarını etkiliyor. Bunu biz nasıl veriyoruz? Hangi ölçüye göre veriyoruz? Bu memlekette, ülkemizde 81 tane vali var. Vali beyi sorgulayacak olan, zebani ile valilikteki çaycıyı sorgulayacak zebani aynı olmayacak. Görev, sorumluluk, etki ve yetki noktasında bu sorular ve hesaplar veya muhasebeler artacak.
İYİ Kİ ÖLÜM VAR, ÖLÜMSÜZLÜK OLSAYDI NE OLURDU?
O KILICIN ŞİDDETİ NEFSİMİ AŞAR DİYE YAPAMADIM
Herkes gibi ben de çok üzülüyorum, ancak buradan iki sonuç çıkmalı. İyi ki ölümsüzlük yok, ama mana aleminde var. Ya ölümsüzlük şu dünyada olsaydı, bu insanlar birbirlerine ne yapardı? Ölüm var. Aldığımız kararlarda, yaptığımız istişarelerde, tavırlarda, davranışlarda, düşüncelerde, eylemlerde, söylemlerde, ölümün varlığını hiçbir zaman unutmamamız lazım. Burada tedbirler alınsaydı, belki bu insanların emanetini nasıl alacaktı kaderin sahibi onu bilemiyoruz. Ancak hani insanın yaşaması lazım. Tedbir yoksa takdir de yok.
Çok üzüntülüyüz, ülke yasta. Ahiretin hesabını unutmamak lazım. Bu sadece oradaki tedbirlerle alakalı değil, belediye başkanlığında da, müdürlükte de, zenginlikte de böyle. Ölümün varlığını, ölümün gerçeğini unutmamak lazım. Allah ölenlere rahmet eylesin. Ailelere sabırlar versin ama hiç kimsenin garantisi yok. Mesela ben cuma akşamı bu programa çıkmayabilirim. Ölümde de bir hesap olduğunu bilmemiz lazım. Oradaki ihmalinden, denetiminden çok vicdani bir sonuç çıkması lazım. Bütün vicdanları rahatlatan bir sonuç çıkması lazım. Ama bunun içinde nefis olmaması lazım. Hazreti Ali bir savaş sırasındayken, birine kılıçla tam böyle canını alacağı zaman, adam suratına tükürüyor. Hazreti Ali bırakıyor adamı öldürmeyi. Adam diyor ki ‘Niye vazgeçtin?’ Hz. Ali, ‘Ben seni biraz önce Allah için verdiğimiz savaşta, cihatta öldürecektim. Ama sen benim yüzüme tükürdün. O kılıcın şiddeti nefsimle beraber dozu aşar diye korkudan yapamadım.’ diyor. Bu örnek, o kılıcı vururken, o kararları verirken tüm idarecilerimize örnek olsun. Söylenecek bir şey yok, ülke yasta. Allah ülkemizin başına bu ve bunun gibi felaketleri, faciaları yaşatmasın.